Veda Tavafı

Veda Tavafı ve Dönüş

Zilhicce’nin 14’ü, Çarşamba günü…

Resûl-i Kibriya Efendimiz, sabah namazından önce, Bey­tul­lah’a tavaf için gidileceğini ashab-ı kirama ilan etti; daha sonra, Kâbe-i Muazzama’ya gidip Veda Tavafı yap­tı.[1]

Medine’ye Dönüş

Resûl-i Kibriya Efendimiz ve ashab-ı kiram, Veda Tava­fından sonra, Mek­ke-i Mükerreme’den Medine-i Münevvere’ye doğru yola çıktılar. Gadir-i Hum vadisinde konakladılar. Efendimiz orada öğle namazını kıldırdı. Namaz bitin­ce ashabına, “Ey insanlar! Biliniz ki ben de insanım! Çok sürmez; Yü­ce Rabbi­min elçisi gelecek, beni ebedî âleme çağıracak. Ben de onun davetine icâ­bet edeceğim. Yakında size veda edeceğim!” dedikten sonra sözlerine şöyle devam etti:

“Eğer sadâkatle sarılırsanız, sizi doğru yolda muhafaza edecek iki şey bıra­kıyorum: Onların birincisi Allah’ın kitabı Kur’an’dır; ki içinde hidayet ve nur vardır. Ona sımsıkı sarılınız! İkincisi de Ehl-i Beytimdir.”[2]

Bu sözlerinden sonra Hz. Ali’nin elinden tuttu. “Ben kimim Mevlâsı isem, Ali de onun Mevlâsıdır” diye buyurdu ve arkasından, “Allahım! Ona dost ola­na dost, düşman olana düşman ol!” diye Allah’a niyazda bulundu.[3]

Resûl-i Kibriya Efendimizin yakında ebedî âleme göç edeceğini haber veren yukarıdaki sözleri, ashab-ı kiramı hüzne gark etti. Uğrunda canlarını feda et­tikleri, öz nefislerinden daha çok sevdikleri Kâinatın Efendisi, aralarından gi­decekti!

Şimdiden adeta kendilerini birer yetim kabul edip gözyaşları döküyorlardı!

Medine’ye Varış

Medine görününce, Peygamber Efendimiz üç defa tekbir getirdi. Sonra âdetleri olan duayı yaptı: “Allah’tan başka ilâh yoktur. Allah tektir, şerîki yok­tur. Mülk O’nundur. Bütün hamd de O’na mahsustur. O, her şeye kâdirdir. Rabbimize yönelici, günahlarımızdan tev­be edici, Rabbimize kulluk, secde ve hamd edici olarak dönüyoruz.”[4]

Medine’ye girilince, Efendimiz, doğruca Mescid-i Şerif’e vardı. Ora­da iki rekât namaz kıldıktan sonra hâne-i saadetine döndü.

Bu, Resûl-i Kibriya Efendimizin ilk ve son haccı oldu.

________________________________________________________________
[1]Buharî, a.g.e., c. 1, s. 82.
[2]Resûl-i Kibriya Efendimizin, biz Müslümanlara bıraktıkları arasında ikinci olarak “Ehl-i Bey­tini zik­retmesi mânidardır. Bu hususta Bediüzzaman Haz­retlerinin şu açıklamasını da naklet­memiz ye­rinde olacaktır:

“Resûl-i Ekrem (a.s.m.), gayb-âşina nazarıyla görmüş ki: Al-i Beyt’i, Âlem-i İslam içinde bir şece­re-i nuraniye hükmüne geçecek. Âlem-i İslam’ın bütün Tabakatında kemâlât-ı insanîye der­sinde rehberlik ve mürşidlik vazifesini görecek zâtlar, ekseriyet-i mutlaka ile Âl-i Beyt’ten çıka­cak. Yâni, na­sıl ki millet-i İbrahimîye’de ekseriyet-i mutlaka ile nurani rehberler Hz. İbrahim ‘in (a.s.) âlinden, neslinden olan enbiya olduğu gibi; ümmet-i Muhammedîye’de de (a.s.m.) ve­zaif‑i azîme-i İsla­mi­yet­te ve ekser turuk ve mesalikinde Enbiya-i Benî İsrail gibi, Aktab-ı Âl-i Beyt-i Muham­me­dî­ye’yi (a.s.m.) görmüş. Onun için

قُلْ لَٓا اَسْئَلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًا اِلَّا الْمَوَدَّةَ ﯺﰆ الْقُرْبىٰ

demesiyle emrolunarak, Âl-i Beyt’e karşı ümmetin meveddetini istemiş. Bu hakikati teyit eden diğer ri­vâyetlerde ferman etmiş: ‘Size, iki şey bırakıyorum. Onlara temessük etseniz, necat bu­lursunuz. Biri Kitabullah, biri Âl-i Beytim.’ Çünkü, sünnet-i seniyyenin menbaı ve muhâfızı ve her cihetle il­tizam etmesiyle mükellef olan, Âl-i Beyt’tir.

“İşte, bu sırra binaendir ki Kitab’a ve sünnete ittiba unvanıyla bu hakikat-i hadîsiyye bildiril­miştir. Demek, Âl-i Beyt’ten, vazife-i risâletçe muradı sünnet-i seniyyesidir. Sünnet-i seniyyeye ittibaı terk eden, hakikî Âl-i Beyt’ten olmadığı gibi, Âl-i Beyt’e hakikî dost da olamaz.

“Hem, ümmetini Âl-i Beyt’in etrafında toplamak arzusunun sırrı şudur ki:

“Zaman geçtikçe Âl-i Beyt çok tekessür edeceğini izn-i İlâhîyle bilmiş ve İslamiyet zaafa düşeceğini anlamış. O hâlde, gayet kuvvetli ve kesretli bir cemaat-i mütesanide lâzım ki Âlem-i İs­lam’ın terak­kî­yat-ı mânevîyesinde medar ve merkez olabilsin. İzn-i İlâhîyle düşünmüş ve üm­metini Âl-i Beyti et­rafına toplamasını arzu etmiş. Evet, Âl-i Beyt’in efradı ise, itikad ve iman hu­susunda sâir­lerden çok ileri olmasa da, yine teslim, iltizam ve tarafgirlikte çok ileridirler. Çün­kü, İslamiyete fıt­raten, nes­len ve cibilliyeten taraftardırlar. Cibillî taraftarlık, zaaf ve şânsız, hat­ta haksız da olsa bıra­kılmaz. Ne­rede kaldı ki gayet kuvvetli, gayet hakikatli, gayet şanlı bütün silsile-i ecdadı bağlandığı ve şeref ka­zandığı ve canlarını feda ettikleri bir hakikate taraftarlık, ne kadar esaslı ve fıtrî olduğunu bil­bedahe hisseden bir zât, hiç taraftarlığı bırakır mı? Ehl-i Beyt, işte bu şiddet-i iltizam ve fıtrî İslami­yet cihetiyle din-i İslam lehinde edna bir emareyi, kuvvetli bir bürhan gibi kabul eder. Çünkü, fıtrî ta­raftardır. Başkası ise, kuvvetli bir bürhanla sonra iltizam eder.” (Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s. 19-20); Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 4, s. 367; Müslim, a.g.e., c. 4, s. 1873.
[3]Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 4, s. 281, 368, 370; Tirmizî, a.g.e., c. 5, s. 633.
[4]Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 4, s. 187-189; Ebû Dâvûd, a.g.e., c. 3, s. 91.


Kontrol Edin..

Şeriat nedir? Şeriat ne demektir? Şeriat kanunları, Şeriat kuralları nelerdir? Şeriat iki kısımdır.

Şeriat Nedir? Şeriat Ne Demektir? Şeriat Kuralları Nelerdir?

Şeriat nedir? Şeriat ne demektir? Şeriat kanunları, Şeriat kuralları nelerdir? Gibi sorular cevaplanıyor. Şeriat iki …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir